top of page
MİLLİ MÜCADELE'NİN VAKUR KAHRAMANI MEHMED VEHBİ BOLAK BALIKESİR KONGERELERİ KUVA-Yİ MİLLİYE  TBMM MİLLETVEKİLİ BAKAN

Kaynak:  Ahmed Aydın Bolak, Önsöz, Söylediklerim ve Yazdıklarım, Sayfa : 443 - 444

AYDIN BOLAK CELAL BAYAR MEHMED VEHBİ BOLAK BALIKESİR KONGRELERİ KUVA-Yİ MİLLİYE TBMM VEKİL BAKAN
AYDIN BOLAK CELAL BAYAR MEHMED VEHBİ BOLAK BALIKESİR KONGRELERİ KUVA-Yİ MİLLİYE TBMM VEKİL BAKAN

Kaynak: İsmet Bozdağ, Celal Bayar Anlatıyor Bilinmeyen Atatürk , Sayfa : 64-67

“24 Aralık 1920…

Bu günü unutmuyorum; çünkü bu tarih, yalnız benim hayatım bakımından önemli olmakla kalmaz, Kurtuluş Savaşımızda Çerkez Ethem bölümünün önemli günlerinden biridir. 

İktisat Vekili idim ve yanan Milli Eğitim Bakanlığı binasında tek bir odayı, Nafia (Bayındırlık) Vekili Paşa ile paylaşıyordum.

Gündüzleri Paşa’nın dostları ve milletvekilleri gelip gittikleri için, doğru dürüst iş göremiyordum.

Bu yüzden Paşa evine gittikten sonra, gece yarısına kadar mum ışığında çalışmak zorundaydım.

Yine öyle bir gece yarısından sonra sokağa çıktığım zaman, Mustafa Kemal Paşa’nın yanından gelen bazı arkadaşlar beni yoldan çevirdiler ve ‘Seni arayıp duruyorduk, dairede çalıştığın aklımıza gelmedi.Hadi çabuk, paltonu al da istasyona gidelim; Eskişehir treni kaçmak üzere…’ dediler.

Arkadaşların ayaküstü kısaca verdiği bilgi şu:

Çerkez Ethem meselesi had safhada… İsmet Paşa ile silahlı çatışma ha başladı, ha başlayacak…

Paşa (Mustafa Kemal Atatürk) çok üzgün… Olayı her iki tarafı kırmadan bir yoluna koymak istiyor.

Onun için beni, Kılıç Ali Bey’i, Balıkesir Mebusu Vehbi (Bolak) Bey’i, Eyüp Sabri Bey’i ve Ethem’in kardeşi Reşit Bey’i görevlendirmiş.

Ethem’le konuşup olayları yoluna koyacağız…

Heyet’e alınanlar, aşağı yukarı Ethem’in şahıslarına saygı beslediği ve sözlerine kıymet verdiği kişilerdi denilebilir.Ben de aralarındaydım.

Aralık ayının ayazı yüzümüzü ısırırken, benim paltosuz olmam, garipti.

Eve gidersek, treni kaçıracaktık.

Oradaki arkadaşlardan biri, sırtındaki gocuğu çıkarıp bana verdi, öylece istasyona gittik.

Eskişehir’e kadar tren, oradan, oto-drezin (küçük tren) ile Kütahya’yı tuttuk.

Garp Cephesi Komutanı İsmet Paşa ile Ethem gerçekten savaşacak hale gelmişlerdi.

Ethem, bizimle konuşmamak için Kütahya’yı terk etmişti.

Tevfik ve Reşit beylerle, bir de Ethem’in kurmayları arasında olan yetkililerle tartışıyorduk!

Faydasız, ara bulmak değil, yatıştırmak bile mümkün görünmüyordu.

Nitekim bütün tekliflerimizi reddettiler ve bizi rehine olarak kullanmak düşüncesiyle olacak bir odaya kapadılar.

Artık mahpustuk…

Bu durumda insanı uyku tutmaz, sabaha kadar sürekli yağan yağmur ile yollardan geçen asker ve askeri malzemelerin seslerini dinledik.

Belliydi ki, Ethem’in kuvvetleri geri çekiliyorlardı.

Nihayet sabah oldu. Kahvaltı getiren yok. Dışarı çıkacak olduk, önlediler.

Bulunduğumuz yer küçük bir oda idi. İçine iki karyola ile bir masa ve sandalye ancak sığabilmişti. Ethem’in kardeşi Reşit bizimle beraber olmadığı için, dört kişi, iki yatakta yatmak zorundaydık.

Bir gün bir geceyi, böyle tedirgin, böyle aç ve korkulu geçirdikten sonra (su veriyorlardı) öğleye doğru, şiddetli bir tekme, odanın tahta kapısında patladı ve elinde filintası ile Parti Pelvan (Pehlivan Ağa) kapının çerçevesinde belirdi.

İçkiliydi.

Silahının mekanizması ile oynuyordu…

Homurdandığından belli ki, niyeti iyi değildi:

‘Bizden ne istiyor bu İsmet Bey?Biz, kardeşi kardeşe kırdırmayalım diye geri, geri çekiliyoruz; O, üstümüze, üstümüze geliyor…Siz bizim eski arkadaşımız olacaksınız…Şimdi döndünüz de onu savunmak için mi buraya geldiniz…Yazıklar olsun size!’

Uzun boyu, iri gövdesiyle vahşi bir görünüşü vardı!

Sanki elindeki filinta ile dördümüzü de haklayacak, sonra intikam almanın doygunluğu içinde basıp gidecekti!

Arkadaşlar, ateşten geçmiş, tecrübeli, gözüpek insanlardı.

Parti Pelvan gibi bir adama tavuk gibi yakalanmazlardı ama bir kere kapışırsak, sonunda birimizden birimiz burada kalabilirdi!

Parti Pelvan’ı iyi tanıyordum.

Savaşta iken kız kardeşinin ırzına geçmişler, o da bu alçaklığı yapanı gelip vurmuştu.

Bir süre dağda gezdi, sonra ben kendisini düze indirip küçük bir ceza ile kurtarmıştım!

Hatta Ethem’in atlıları arasına katılmasını öğütleyen de bendim.

Onun için konuşurken, benden yana bakmamaya çalışıyor, adeta ilk kurşunu kime çalacağını kestirmek niyetiyle, gözlerini üç arkadaşın üstünde dolaştırıyordu.

Bana bak, Parti Pelvan, dedim. Sen beni bilmez misin?

‘Bilmem mi?’

Nasıl söylersin öyleyse; ‘Siz hepiniz buraya İsmet Bey’i savunmak için geldiniz’ sözlerini bize…

Biz şimdiye kadar Ethem’i kendi kardeşimiz gibi bilmedik, kendi canımız gibi esirgemedik mi?

Ya seni Parti Pelvan… Ya seni dağlarda perişan olmaktan, hapislerde çürümekten çekip almadık mı?

Ben senin dostun değil miyim Parti Pelvan, şu arkadaşlarım senin ağan değil mi? Eline bir tüfek geçirdin de, elinde çakısı bile olmayan bize mi efeleniyorsun?Hadi de!... Senin bildiğin yiğitlik buysa, daha ne duruyorsun!... Çeksene tetiği!

Anlaşılan bu temiz yürekli Anadolu çocuğu, olup bitenlere içlenmiş, içlenmiş; sonunda içkiye vurup kurmaya başlamış; ‘işler tıkırında giderken madem bu beyler gelip tekerleğe değnek uzattılar, gidip hesaplarını göreyim’ demiş olacak ki, filintasını kaptığı gibi bizi temizlemeye gelmiş!

Ben sandalyede oturuyordum.

Kılıç Ali Bey, ayaktaydı. Eyüp Sabri Bey’le, Vehbi Bey de yataklara ilişmişlerdi.

Ben: Daha ne duruyorsun, çeksene tetiği! Deyince; Vehbi Bey’le Eyüp Sabri Bey ayağa fırladılar;

Hadi çek tetiğini de yiğitliğin ne olduğunu öğrenelim! Deyince, Parti Pelvan o koca gövdesiyle adeta çöktü.

‘Gördünüz mü, beni yine yanlış bellediniz! Sizin gibi beylere silah çekmek, hele vurmaya kalkmak, benim ne ağzıma! Ethem kardeşimizi ezilmiş gördük de, biraz içimizi boşaltalım, olup biteni anlayalım diye geldik buraya…’

Tüfeği bana doğru uzattı, ‘Al istersen siz beni vurun! Tövbe, tövbe… Bu günlere mi kalacaktık?’

Baktım neredeyse ağlayacak, ben yatıştırmaya çalışarak:

Biz buraya sizi kurtarmaya geldik. Bu Ethem, İsmet meselesi değil, Büyük Millet Meclisi meselesi…

Göreceksin, sonu iyi olacak!

Parti Pelvan, daha sonra Ethem gibi Yunan sınırından geçmedi.

Bir süre başına buyruk gezindikten sonra, silahlarıyla gelip teslim oldu.Kurtuluş Savaşımızın gazilerindendir.”

Kaynak: Celal Bayar, Ben de Yazdım Milli Mücadele'ye Gidiş 8, Sayfa : 190-195

bottom of page